Aşk’ı Anlatan 50 Kitap

16) Aşk-ı Memnû – Halid Ziya Uşaklıgil
(Yasak aşk)
Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnû’su, tam da yasak olan bir kıvılcımla yaktığı için belki de, Türk edebiyatının en trajik aşk romanı olma vasfını hâlâ koruyor. Romanın trajik öğesi, trajik sonuna da sebep olan, iç içe geçmiş diğer aşklarla çevrili “yasak olan aşk”tır, yani Bihter’in Behlül’e “yeni, imkânsız ve tehlikeli” olana aşkıdır. Edebiyat tarihi, yasak aşkları hep aynı sona mahkum etti: Nasıl ne Bovary, ne Anna kurtulamadıysa nihayet yasak aşkın pençesinde yanmaktan, Türk edebiyatında kadının keşfedildiği ilk eser sayılabilecek Aşk-ı Memnû’nun Bihter’i de bu trajik sondan kurtulamayacaktır. Ve nasıl tam da bu sebepten Anna Karenina Rus edebiyatının, Madame Bovary Fransız edebiyatının mihenk taşı olmayı sürdürüyorsa, Aşk-ı Memnû da Türk edebiyatı için ateşin bulunduğu nokta olacaktır. Aşkın şöyle tanımlandığı bir roman: “Kalplerimizde bazı illetler vardır ki, vücudun tamamıyla ensicesine hulûl ettikten sonra keşfolunamayan hâfî emrâza mahsus bir nüfuz hıyanetiyle kendisini göstermeden, tahriplerini haber vermeden, derûnî bir yangın dumansızlığıyla yanar, yanar; bu bir ateştir ki mahiyetini bilmeyiz; vücudundan haber almayız; o yavaş yavaş vazifesinden emin, devam eder; nihayet bir gün birdenbire, bir hiç, bir dakikalık bir vukuf bize gösterir ki kalbimizde bir yangın var. Nedir? Nereden tevellüt etmiştir? Bu yangın nasıl bir serseri rüzgârın kanatlarıyla düşerek orasını tutuşturmuştur? Bilemeyiz.”

17) Divan – Yunus Emre
(Kılavuz olarak aşk)
Yunus Emre’den bu yana biliyoruz: “devletli nesnedir aşk” ama aynı zamanda “firkatli nesnedir”. Aşk gelicek cümle eksikler biter, böyle söyler Yunus. Ona göre, “Aşksız âdem dünyada belli bilin ki yoktur.” Mecazî aşktan gerçek aşka geçişte bir kılavuz dur. Âşık olmayan kişiyi taşa benzeten Yunus Emre’nin en çok da şu dizesi: “Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka göz ü kaş gelir”. Tek dize bütün bir aşk yolculuğunu anlatmıyor mu?

18) Eylül – Mehmed Rauf
(Masumiyet olarak aşk)
Eylül’le anılan bir aşkın gideceği yer tükenişten başka neresidir? Suad ile Necib’in, birbirine ancak alıkonulmuş bir eldiven tekiyle ifşa edebildikleri ‘yasak aşk’ları, masumiyetini belki de ruhların müellifi, kalplerin merhemi musikiye borçluydu. ‘İnsafsız rüzgâr’, ‘muannid yağmur’ yalnız o güzel yazın ertesindeki ayın değil, onların ruhundaki çöküşün de adıydı. O aşk ki belki bir yangında kavrulursa tamama ererdi. İkisi aynı ateşte yandılar, zaten bir kere yanmışlardı!

19) Vadideki Zambak РHonore d̩ Balzac
(Sığınak olarak aşk)
Bir aşk kitapları listesine pekâla Balzac’ın mektupları da alınabilirdi. Ama roman sanatının yüz aklarından Vadideki Zambak’ta adı geçen Félix de Vandenesse, Balzac’tan; Henriette de Mortsauf da Balzac’ın hayatında önemli yeri olan Madame de Berny’den başkası değildir zaten. Romanda anlatılan, yine ikilemler içindeki bir kadınla, bütün yıkımları başını onun dizine koyarak gidermek isteyen âşığın hikayesidir. Bir de Balzac, romanın başında evrensel bir ders verir: “Bizi sevdiğinden çok kendisini sevdiğimiz kadının üstünlüğü, sağduyu kurallarını bize her zaman unutturmasıdır.” Türkçede Cemal Süreya çevirisi olduğunu da düşününce, Vadideki Zambak’ı okumak şart oluyor.

20) Mantık Al-Tayr – Feridüddin-i Attar
(Bülbül hastalığı olarak aşk)
Feridüddin-i Attar, otuz kuşun yolculuğunu anlatırken, geride, Allah ve Peygamber aşkına dair, yüzyıllardır tazeliğinden bir şey yitirmeyen metinler bırakmıştır. Mantık Al-Tayr’ın sarsıcı sözcükleri, ‘bülbül hastalığı’ olarak tanımlar aşkı. Sır, hüthütün öteki kuşlara verdiği cevaplarda saklıdır. Hüthütün dudu kuşuna verdiği cevapta örneğin: “Can, sevgiliye verilmek içindir.. ancak bunun için işine yarar. Can verirsin de bir an olsun sevgiliye kavuşursun. Âb-ı hayat istiyorsun, fakat canını da seviyorsun.. yürü be… Canını ne yapacaksın? Ver sevgiliye!”

21) Ağrıdağı Efsanesi – Yaşar Kemal
(Ağıt olarak aşk)
“Her yıl Ağrıdağı’nda bahar gözünü açtığında, çiçeklerle, keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrıdağı’nın güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp gölüne gelirler. Kırmızı kayalıkların dibine, bakır toprağın, bin yıllık baharın üstüne kepeneklerini atıp gölün kıyısına fırdolayı otururlar. Daha gün doğmadan Ağrıdağı’ nın harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağı’nın öfkesini çalmağa başlarlar. (…) Bu arada, tam gün kavuşurken gölün üstünde kar gibi ak küçücük bir kuş dönmeğe başlar. Gölün üstünde bütün hızıyla uçan kuş göle şimşek gibi çakılırcasına iner, bir kanadını suyun mavisine daldırır kalkar. Böylece üç kere daldırır, sonra da uçup gider, gözden ırar, yiter. Ak kuştan sonra çobanlar da sessiz, birer ikişer oradan ayrılır, karanlığa karışır çekilir giderler.” Sonra… Yaşar Kemal, Gülbahar ile Ahmed’in büyük destanını anlatmaya başlar.

22) Malina – Ingeborg Bachmann
(Dünyaya karşı duruş olarak aşk)
Malina, kuşkusuz bir ‘aşk kitabı’ değildir ama belki de aşk kitaplarının en yakıcısıdır. “Parola, Ivan.” der Malina, “Ve hep, hep Ivan.” Böyle bir aşkın var olduğu dünya, kötü bir dünya olamaz, dersiniz. Ama kötüdür dünya (“Biz, birbirimize götüren yolları bunca zahmetsiz bulabilirken, kentteki kıyım sürüp gidiyor;”). Malina’da altı çizilecek o kadar cümle var ki… Geriye bir iç yanması ve çok sigara dumanı kalır. Kitabın yazarı, “Her erkek ve her kadın âşık olabilir mi?” sorusuna, “Hayır,” yanıtını vermiştir zira, “olamaz, çünkü aşk, bir sanat yapıtıdır.”

23) Şiirler – Karacaoğlan
(Teklifsiz aşk)
Cemal Süreya yazmıştı: Yâr kavramı en somut ve süzme biçimde Karacaoğlan ile şiirimize girmiştir. Halk şiirinde Erzurumlu Emrah da, başka şairler de var ama Karacaoğlan, aşkın ve Türkçenin bir yakasında yüzyıllardır parlıyor. Kimi zaman “Benim çok ömrümü az eylemesin” diyecek kadar umutsuz, kimi zaman “Herkesi sevdiğine verse Yaradan” dizesindeki kadar naif bir âşık. Galiba Karacaoğlan’ın umutla umutsuzluk arasında salınan aşkını en iyi şu dizeler anlatıyor: “Yaylanın karından beyazdır döşün / Uzanıp üstüne ölesim geldi”.

24) Jurnal 2 – Cemil Meriç
(Dehâ ve aşk)
İnsanın dörtte üçünün âşık olduğunda ortaya çıktığını söylemişti Cemil Meriç. Jurnal’inde yer alan Lamia Hanım’a mektuplarda da kırgınlıkları ve coşkularıyla, çıplak bir Cemil Meriç vardır. “Kendini rahat hissetmen beni kudurtuyor.” der, bencildir; “Hiçbir kıta kâşifi benim tattığım hazzın bir zerresini tatmamıştır.” der, esriktir! Türkçenin belki de en sert, en dolu ve en sıcak aşk mektupları… Kimi zaman ‘mezar taşı gibi bir sükut’la, kimi zaman da alevden iki ırmağın birbirine karıştığını bilmenin yakıcılığıyla beslenen bir tutku. “Aşk, dehadan çok daha nadir.” diyen Cemil Meriç’ e şu cümleyi kurdurmuştur aşk: “Aşkın verebileceği en büyük saadet sevilen kadının ilk defa elini sıkmak. Musikinin verdiği haz gibi bir şey.”

25) Kalbin Zümrüt Tepeleri – M. Fethullah Gülen
(Sahih aşk)
“Aşk; şiddetli sevgi, iptilâ, düşkünlük, kemâl, cemâl ve müşÃ¢keleden dolayı duyulan aşırı muhabbet ki, böylesine, daha ziyade mecâzî aşk denir.. bir de, cemâli kemâl noktasında, kemâli cemâl kutbunda o Ezel ve Ebed Sultanı’na karşı duyulan kalbî alâka ve muhabbet vardır ki, ona da hakikî aşk denir.” Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki yolculuğun duraklarından biri aşk; o noktaya ulaşan birinin atacağı bir adım ya kalmıştır ya kalmamıştır. Aşk, Zümrüt Tepeler’deki öteki konularla bütünlüklü bir bakış içinde değerlendirildiği zaman, gerçek yerine de oturmuş oluyor. Aşka ilişkin olanın, sadece ‘Aşk’ başlıklı yazı değil, Kalbin Zümrüt Tepeleri’ndeki bütün bir seyir olduğunu unutmamak gerekir. Fethullah Gülen’in akıllarda mıh gibi kalan bir cümlesi, işin özüdür aslında: “Dünya, aşkın katilidir.”

26) Swann’ın Aşkı – Marcel Proust
(Kayıp zamanın izinde aşk)
“Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır.” Belki Proust’un bütün külliyatı ama ille de Swann’ın Aşkı. “Mutlu olan kişi âşık değil demektir,” diyen Proust bu cümlesiyle meşrebini de belli eder ve o benzersiz üslubuyla olağanüstü bir yapıt kurar. Sosyete çevrelerine girip çıkarak kendini var etmeye çalışan Swann’ın güzel Odette’e duyduğu aşkın hikâyesi temelde basittir ama yazarın doyumsuz tasvirleriyle sıra dışı bir hal alır. Proust, Gide’e yazdığı bir mektupta ironiyi de elden bırakmaz: “Eğer Swann beni tanısaydı ve benden biraz yararlanabilseydi, Odette’in ona geri dönmesini sağlayabilirdim.” Roman kişileriyle yazarın aşka bakışlarındaki farklılıkları çok da önemsememek gerekiyor. Zaten Proust evreninde, aşka en sağlıklı yaklaşım yine bir roman kişisinden, Madam Leroi’dandır: “Aşk mı? Sık sık yaparım ama hiç sözünü etmem.”

27) Neşideler Neşidesi
(Coşkunluk olarak aşk)
Aşkın tehlikeli sularında: “Çünkü sevgi ölüm gibi güçlüdür / Kıskançlık ölüler diyarı gibi serttir; / Onun alevleri, ateşin alevleri, / Yakıp bitiren alev. / Sevgiyi büyük sular söndüremez; / Ve ırmaklar onu bastıramaz.”

28) Muhteşem Gatsby – Scott Fitzgerald
(Adanış olarak aşk)
Bir başka ‘ömürlük’ aşk hikayesi… 20. yüzyılın ilk yarısında, yapay değerlerin biçimlendirdiği Birleşik Amerika’da geçen roman, ‘Amerikan düşü’ ve ‘yükselme’ gibi temaların ardında, derinden derine bir aşk hikâyesiyle içimizi ısıtır. Gatsby ölür; sonunda onu ne kadar sevmiş olduğunuzun ayırdına varırız -tıpkı Daisy gibi! Romandan bir de unutulmaz cümle, Can Yücel çevirisiyle: “Hani öyle gelir ya insana; o yaz işte, hayat yeniden başlıyor sandımdı.”

29) Serin Mavi – Behçet Necatigil
(Evcil aşk)
“Ayşe, Huriye, Selma (yaş sırasına göre küçükten büyüğe) !” diye başlar bir mektuba Necatigil. Eşi Huriye Hanım’a, yaşça iki kızının arasında yer vermesi, nazik bir jest değil sadece; mektupların bütünü okunduğunda Necatigil yalınlığı iyice belirir. Serin Mavi, kuşkusuz, Türk edebiyatında bir ‘aile’ye yazılmış en incelikli aşk mektuplarını içeriyor. Necatigil evreninin tüm sözcükleri; ev, aile, gündelik sıkıntılar sımsıcak kılıyor bu mektupları. Ve Serin Mavi boyunca hep o iki dize çınlıyor: “Seni nasıl alabilirim benim tarafa / Uzaksın”.

30) Çağımızın Bir Kahramanı – Lermontov
(Yanılsama olarak aşk)
Bütün kadınları kendine âşık etmekten hoşlanan ama hiçbirini sevmeyen Peçorin’in öyküsü bir ütopya gibi mi görünüyor? Belki öyledir ama “Çağımızın Bir Kahramanı”, sadece basit bir “kaçan kovalanır” öyküsü değil; derinlikli bir portredir. Peçorin adlı ‘kahraman’ cevaplar vermez; sorular sordurur. Sevilmeden sevmek paradoksunu bu kez tersinden okuruz. Peçorin, kimseyi sevemez ve mutsuzdur. Onun, “Kayadan kayaya atlayan suyun şırıltısını duyunca unutamayacağı tek kadın yoktur.” Bu unutulmaz yapıtı okurken insan, Peçorin’in yazgısının ölümcül, kara bir talih mi yoksa çok az kişiye rastlayacak bir şans mı olduğuna bir türlü karar veremiyor.

31) Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri – Nâzım Hikmet
(Umut olarak aşk)
30 Eylül 1945… “Seni düşünmek güzel şey / ümitli şey / dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey / Fakat artık ümit yetmiyor bana, / ben artık şarkı dinlemek değil / şarkı söylemek istiyorum”.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir