Aşk’ı Anlatan 50 Kitap

Ne okuyacağım diye düşünmeyin. Aşk’ı anlat 50 kitap….

Elli unutulmaz aşk kitabını seçtik. Milena’ya Mektuplar’dan Yunus Emre Divanı’na, Huzur’dan Neşideler Neşidesi’ne, Anna Karenina’dan Leylâ ile Mecnun’a kadar, aşka farklı pencerelerden bakan 50 kitap!

Mutlu aşk yoktur” klişesini (ya da gerçeğini) şöyle rötuşlamıştı Rougemont: “Mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur.” Yazı tarihinden 50 aşk kitabını seçmeye çalışırken, bir kere daha öğrendiğimiz şey, bu değişmez yargı oldu. Fuzûli’den Thomas Mann’a kadar, mutlu aşkın tarihini yazmamıştır hiç kimse. Böyle de olsa, elli kitabı belirlemek, bizim için kolay bir süreç değildi. Mutsuz aşklar denizinden, aşkın farklı görünümlerini ortaya koyan yapıtları seçmeye çabaladık. Yeterince ‘görülmeyen’ sahih aşk kitaplarıyla eskimez başyapıtları bir araya getirdik. Her seçim -tıpkı aşk gibi- özneldir; bizimki de öyle oldu. Öte taraftan, bu denli zor bir seçime girişmek, beraberinde bir başka soruyu getiriyor: Nedir aşk kitabı? Bir yerde, Necatigil’in Zebra’sı (“bir otel otello”!) ya da Kundera’nın Şaka’sı da aşk kitabı değil midir? Bu düğümü çözmeye çalışmak yerine, ‘ilk anlamıyla’ aşk kitaplarından oluşturduk listemizi.

Bu türden bir liste, dışarıda bıraktıklarıyla da rengini belli eder: Leyla Erbil’den Mektup Aşkları’nı, Pınar Kür’ün Yaz Gecelerinde Keman öyküsünü, Çalıkuşu’nu, Hyperion’u, Binbir Gece Masalları’nı, Dickens’ın Büyük Umutlar’ını, Lady Chatterley’in Sevgilisi’ni, Yerçekimli Karanfil’i vs. vs. çok istediğimiz halde oluşturduğumuz 50 kitaplık ‘kısa’ listeye dahil edemedik, örneğin. Aşk bir yaşam sorunu, estetiğin ve şiirin alanında olduğu için Schopenhauer ve Barthes’ın yapıtları, Ovidius’dan Aşk Sanatı, Stendhal’dan Aşk Üstüne ve Geraldy’den Aşk gibi, konuyu kavramlarla irdeleyen kitaplar -birkaç istisna hariç- dışarıda kaldı. Aşkın 50 farklı durumuna odaklandığını düşündüğümüz 50 kitabın neden listede var olduğunu aşağıda okuyacaksınız. Seçtiklerimiz, aşkın karşı konulamaz bir efendi, bazen bir aldatmaca bazen kurtarıcı olduğunu; bir tür efendi-köle ilişkisi sayılabileceğini, yakıcı bir mutlak tutkuyu taşıdığını ve bazen de yıkım olabileceğini yeterince anlatıyor zaten.

1) Kerem ile Aslı
(Yazgı olarak aşk)
Her aşk yanmakla başlar; Kerem ile Aslı’nınki yanarak tükenmekle bitiyor. Atasözlerine bile konu olan, külleri birbirine karışan bu iki âşığın destanından beri artık “Kerem derdi, Aslı derdi, dil derdi” vardır. Kerem, Ermeni keşişin güzel kızının peşinde dağları aşar. Aslı, Kerem’in küllerini toplarken saçları tutuşunca yanar. Halk edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”u da sayılabilecek bu hikâye, hem maddî hem mistik aşkın, yeri gelince de ‘din aşkı çatışması’nın göz alıcı bir örneğidir. Kerem’i, aşkı kader olarak gördüğü için severiz. Âşık öznenin derin iç çatışması bir yana, Kerem ile Aslı’dan öğrendiğimiz değişmez bir gerçek daha var: Trajik olan aslında tek taraflı aşk değil; ‘engellenmişâ€™ karşılıklı aşktır.

2) Huzur – Ahmet Hamdi Tanpınar
(Bir İstanbul masalı olarak aşk)
Huzur, edebî niteliğiyle olduğu kadar en güzel İstanbul masalı olduğu için de âşıklar için vazgeçilmez. Mümtaz’ın Nuran’a karşı hissettiği şey, tutkulu bir aşkın ötesinde, bir dönem İstanbul’una, neredeyse ‘Boğaziçi medeniyeti’ne açılan bir penceredir. Mümtaz, ‘bir yığın imkân arasından Nuran’ı’ seçmiş ve bu hikaye Tanpınar’ın üslubuyla ölümsüzleşmiştir. Huzur, defalarca dönülmesi gereken bir başyapıt.

3) Sevgili Milena – Franz Kafka
(Kurtarıcı olarak aşk)
Kafka ile Milena’nın soylu aşkı da başka bazı büyük aşklar gibi sadece mektuplarda kaldı. “Senin” diye imzaladığı mektuplarında şöyle diyordu Kafka: “Adımı da yitirdim! Küçüle küçüle ‘Senin’ kaldı yalnız.” Bu aşkta kurtarıcı Milena’dır: “Karşındakini yalnız varlığınla kurtarabilirsin, başka hiçbir şeyin yararı yoktur.” İşte aşk, bazen kurtarıcı oluyor. Edebiyat tarihinin bu en sarsıcı aşk mektuplarını, özellikle Adalet Cimcoz’un çevirisinden okumalısınız.

4) Güvercin Gerdanlığı – İbn Hazm
(Deneyim olarak aşk)
Aşkı ‘teori’ kitaplarından değil de edebiyat yapıtlarından okumak en doğrusu. Fakat İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı bu yargıdan ayrı tutmak gerekiyor. “Aşk doğuştandır,” diyen İbn Hazm, yazı tarihinin en soğukkanlı ve aynı zamanda en lirik yapıtlarından birini bıraktı arkasında. Aşkı şöyle anlatıyor: “Bu öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır. Bu derde kim uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise bu acıdan kurtulmayı dilemez. Aşk insana vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider.” İbn Hazm, aşkın belirtilerini şöyle sıralıyor: “İlki, sevgiliyi derinden derine seyre dalmaktır. Sevgilinin bulunduğu yere gitmekte ivedilik etmek, onun yanına oturmanın yollarını aramak, sevgiliden ayrılmayı gerektirecek her türden ciddi durumu hesaba katmamak, sevdiğinin adını kendi kendine tekrarladıkça bundan hoşlanmak… Öyle anlar olur ki, gerçekten birine içtenlikle tutulan kişi büyük bir iştahla yemeğe başlar. Ama sevgilisi hatırına gelirse o anda, artık yiyecekler boğazından ileriye geçmez.(…) Gözyaşları da aşkın belirtisidir.” Şu hadis-i şerifi alıntılamayı da ihmal etmiyor İbn Hazm: “Bir kimse âşık olsa, aşkını namusunu lekelemeden korusa ve ölse, o şehittir.”
Güvercin Gerdanlığı, ölümden güçlü olan şeyin, bize ölümü göze aldıran şey olduğunu öğretiyor. Bu kitabı okumadan, aşk bilgimiz eksik kalacaktır.

5) Genç Werther’in Acıları – Johann Wolfgang von Goethe
(Yıkım olarak aşk)
Tutkulu aşkın görkemli klasiği Genç Werther’in Acıları yazıldıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. (Werther’i okuduktan sonra intihar etmek istemeyen âşık var mı?) Bu yapıtı, sadece platonik bir aşk hikâyesine indirgemek hata olur. Yine de, ortada böylesine bir aşk varsa, sanatsal bütünlüğün ikinci planda kalması kaçınılmaz oluyor. Parmağı dikkatsizlikle Lotte’nin parmağına değdiğinde bile bundan derin anlamlar çıkaran Werther! Sonsuza dek üzgün genç âşıkların hüzünlü sembolü olarak kalacak…

6) İlâhi Aşk – İbn Arabî
(Yüksek perdeden aşk)
“…Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makamdır. Gene bil ki, sevgi varoluşun aslıdır…” alıntısıyla başlar İlâhi Aşk. Sevginin, temellerinden yanıltmalarına kadar farklı düzeylerini okuruz. “Varlık bir harftir, sen onun anlamısın” dizesinde anlatılan hâle doğru yol alırız. ‘Yükseklerde yalnız uçan kartal’ İbn Arabî’den yakıcı ve yüksek perdeden bir ilân-ı aşk…

7) Beyaz Geceler – Fyodor Dostoyevski
(Teselli olarak aşk)
İyimser aşkın el kitabı… Sonunda kavuşmak olmasa da her aşk kendince bir mutluluk değil mi? Kahramanımızın sevgili Nastenka’ya duyduğu aşkta, topu topu dört gecenin hatırası vardır. Ama bu yeterlidir işte… Dostoyevski’nin romanı bitirirken söylediği gibi, “Bir anlık mutluluk! Koca bir insan ömrü içinde bu kadarı bile yetmez mi!”

8) Hüsn-ü Aşk – Şeyh Galib
(Bir yolculuk olarak aşk)
Güzellik olmadan aşk olmaz. Şeyh Galib, Aşk’ın Hüsn’e (güzellik) yolculuğunu olağanüstü sembollerle anlatıyor. Aşk ile Hüsn’ün doğuşlarından “edeb” mektebinde dinlenmelerine, oradan da çileli aşklarına kadar bir dil ve imge ziyafeti. Bu serüvende Aşk, belâları kabul eder, yolu gam harabelerinden geçer, perişan hallere düşer ve sonunda Hüsn’ün delisi olur. Yolculuğun sonunda Aşk’ın vardığı yer Hayret’tir ve şöyle der Galib Dede: “Bundan ötesi değil nümâyân” (sonrası göze görünmüyor). Aşk Hayret’e varır, susulur. Her aşk yolculuğunun mumdan kayıklarla ateş denizlerini geçmek olduğunu bir kere daha anlarız…

9) Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali
(Dram olarak aşk)
Edebiyatta genel nitelemelerin yanlışlığına iyi bir örnek: ‘Toplumcu’ Sabahattin Ali, ‘bireysel’ tutkuyu en iyi anlatan romanlardan birini yazmıştır. Kürk Mantolu Madonna’da Raif Efendi’nin bir Alman kadına duyduğu ‘tarifsiz kederler içindeki’ aşk vardır. Romanın son cümlesini okuyunca, yeryüzündeki mutsuz aşkların hayaletlerini üstünüzde hisseder, ağlamak istersiniz. Raif Efendi’nin Maria’ya seslenişi nasıl da ürperticidir: “Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?” Böyledir büyük yapıtlar, hep kaybedişlerden geriye kalanlardır.

10) Anna Karenina – Lev Tolstoy
(Bedel olarak aşk)
Anna’nın aşkı hangisidir? “Köleleştirici aşk” mı, “adayıcı aşk” mı? Yoksa Anna Karenina, aşkta engel ne kadar büyükse aşkın da o kadar büyük olduğunun apaçık bir kanıtı olarak mı okunmalı? Ne denirse densin, bu büyük klasikte, aşka ilişkin bütün çağrışımlar bir aradadır: Özgürlük, tekdüzeliği kırmak, ikilemler ve sonunda ölüm… Aşkın iki kişilik olmadığı kesindir. Tolstoy’un açıkça gösterdiği şey, Adorno’nun söylediğidir biraz da: “Aşk da toplumsal olarak dolayımlanır.” Anna, aşkının bedelini ödemiştir. Şunu unutmamak gerek: Tutkunun peşinden gitmek, ancak bedeli ölüm olunca, kitlelerin gözünde temize çıkabiliyor.

11) Sekizinci Mektup (Mektûbat) – Bediüzzaman Said Nursi
(Şefkat ve aşk)
Soğukkanlı bir aşk-şefkat karşılaştırması. Bediüzzaman, Sekizinci Mektup’ta şefkatin aşktan ne kertede üstün olduğunu Kur’ân’la temellendiriyor. Hazret-i Yakup’un Hazret-i Yusuf’a karşı duyduğu şeyin aşk değil şefkat; Züleyhâ’nın hissettiklerinin ise aşk olduğunu hatırlatarak bir derecelendirme yapıyor: Kur’ân’a göre Hz. Yakup’un hissiyatı Züleyhâ’nınkinden ne kadar yüksekse, şefkat de aşktan o kadar üstündür. Sekizinci Mektup’u okuduktan sonra bu değişmez gerçeğin iç rahatlığını mı yaşamalı, yoksa burukluğunu mu duymalı?

12) Aylak Adam – Yusuf Atılgan
(İhtimal olarak aşk)
‘Aşk romanı’ deyince akla sadece somut bir aşk hikâyesinin anlatıldığı bir metin geliyorsa, Aylak Adam, aşk romanı değildir. Ama ilk cümleleri okuduğumuzda ürpeririz: “Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.” C.’nin peşinden gittiği şey, bir aşktan öte, aşksız olmayan bir dünyadır. Bunun kendince yollarını bile bulur. Ama olmaz. Romanın sonunda dendiği gibi; “Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.” Aylak Adam, aşkın -ya da aşksızlığın- yürek burkan hikâyesidir. Peki, aylaklık ile aşk arasında sırlı bir bağ var mıdır? Evet, vardır!

13) Kızıl ile Kara – Stendhal
(Tükeniş olarak aşk)
Büyük bir aşk romanı, aslında tam da aşk romanı olmayan yapıttır; tıpkı “Kızıl ile Kara” gibi. Genç Julien Sorel’in ruhundaki çalkantılarla dönemin Fransa’sındaki çalkantıları bir arada okuruz. Stendhal’ın Don Juan’dan bol bol alıntı yaptığı romanına koyduğu epigraf çarpıcıdır: “Gerçek, şu acı gerçek.” Satırlar boyunca Julien’e bazen acır, bazen kızarız. Büyük aşkların sadece hayatta birer kazadan ibaret olduğunu kabul etmediği için severiz de onu. Ancak Madam de Renal’a karşı beslenecek tek duygu, saygıdır. Aşk, iki sevgiliyi de tüketir. Hilmi Yavuz’un bir dizesiydi: “julien ne söyledi madam renal’a”. İşte bu dizenin arkasında çok şey yatıyor.

14) Venedik’te Ölüm – Thomas Mann
(Bir ölüm türü olarak aşk)
Yan yana gelmesi tehlikeli, fakat kaçınılmaz üç sözcük: Aşk, sanat, ölüm… Thomas Mann, aşkın yazgısını bu sözcükler üzerinden kurcalıyor. Ünlü yazar Aschenbach’ın olağanüstü güzel Tadzio’ya duyduğu derin aşk, sanatçının çıkmazı ve hüzünlü bir ölüm… “Motus animi cotinuus”u (ruhun daimi hareketi) daha iyi anlamak için bir yol açıcı kitap…

15) Dîvân-ı Kebîr – Mevlâna Celâleddin Rûmî
(Âb-ı hayat olarak aşk)
“Ben ol da bil aşkı” demişti Mevlânâ. Nerededir aşk? Bir magma gibi taşıp durduğu Divân-ı Kebîr’dedir: “Âşık dediğin de benim gibi olmalı! Öyle mest, öyle kendinden geçmiş olmalı ki, ne halkla uzlaşmalı, ne de kendisine bir hayrı dokunmalı! / Aşk âb-ı hayattır; seni ölümden kurtarır! Kendisini tamamıyla aşka veren kişi ne mutlu kişidir!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir