Aşk Öpüşmekle Başlar

Masumiyet çağından zevk çağına öpüşlerin tarihini; etik, estetik, erotik öpüş serüvenini atgözlüksüz anlatan bir kitap; “Öpüşme”. Neden öpüşüyoruz? Anne memesinin özlemi mi vuruyor erişkin dudaklara? Derdimiz üremek mi, yoksa…

Bir Çingene atasözü şöyle diyor: Öpüşme iki kişi arasında bölünmedikçe hiçbir işe yaramaz.

Gazeteci Adrianne Blue, Ayrıntı Yayınları tarafından basılan, İrem Sağlamer’in Türkçeleştirdiği kitabı “Öpüşme/Metafizikten Erotiğe”yi bu atasözüyle noktalıyor. Ancak bu noktaya gelinceye kadar uzun bir yolculuğu sırtlıyor. Yolculuğu başlatan soru ise öpüşmeyi kimden, nasıl öğrendik ve neden öpüşüyoruz? Blue, güven ile beslenmeyi aynı tastan sunan anne memesine asılmaktan, memeden kopulan o kıyamet gününe, dudaklarla vajinayı bir tutan ya da ayıran görüşlere, iki cinsin bedeninin buluşmasında üreme gayretinden öte her şeyi yasaklayan Hıristiyanlığa, Yahuda’nın İsa’ya “hain” dudaklarını dokunduruşuna, bedbaht âşıklardan pornografinin dudaklara sınır tanımayan coşkusuna kadar her durakta soluklanıyor. Hatta, öpüşmenin penisilinin bulunuşundan beri sahip olmadığı önceliği yeniden kazandığını söylemeyi abartısız bulmaktan kaçınmıyor. İşte konu başlıklarıyla “Öpüşme/Metafizikten Erotiğe” ve Blue’nin kaleminden dudakların binlerce yıllık durumu…

Buluşma yeri : Lezzet istasyonu

“Aşk, öpüşmeyle başladı.” “Öpüşme / Metafizikten Erotiğe” kitabının yazarı gazeteci Adrianne Blue böyle diyor. Öpüşmeyi nasıl keşfettiğimizin peşine düşen Blue, bu keşif peşinde, psikolojinin, etnolojinin, dinler tarihinin, edebiyatın, sinemanın tuhaf ama cazibeli sokaklarında geziniyor. “Öpüşme” önümüzdeki hafta kitapçılarda…

Dudaklar, ağız, dil ve dişler büyük ölçüde çift cinsiyetlidir. Pek çok amaç için her iki cinsin de dudakları gerçekten aynıdır, böylelikle öpüşmek, benzerle benzerin birleşmesidir.

Öpüşmeyle geniş bir hormon, sinir ve kas dizisi harekete geçer, beden ısınır ve cinsel organlar karıncalanır.

Tutkulu öpüşme, en yoğun orgazm öncesi aşamada yalnızca 6.4 kalori yakar, ama kalbiniz tabana kuvvet koşar.

Plastik cerrah Gus McGrouther gerçek ve tutkulu öpüşme için “Bedendeki her kas kullanılır, kollarınız öbür kişiye sarılmak için, boyun, sırt ve omuz kaslarınız gerilir ve öyle devam eder” diyor.

Dudakların ideal biçimi, bir ceket tasarımı gibi bir moda meselesidir. Sessiz filmlerin kadın başrol oyuncularından Clara Bow’un dudakları yay gibiydi, Garbo’nunkilerse inceydi. Öpülebilirlik bakanın kafasındadır.

Öpüşmek, onun için donanımlı doğduğumuz ve doğmadan önce nasıl yapılacağını bildiğimiz bir şey. Bebekliğinizde beslenmek için, bugünse öpüşmek için kullandığınız emmek, yutmak ve tutmak için gereken bütün biyolojik yetenekler doğumdan önce gelişir…

Tek hücreli bir hayvan gibi, yeni doğmuş bir bebek neredeyse yalnızca ağızdan ibarettir. Bebeğin yanağına dokunulduğunda, hemen öbür tarafına dönüp küçük, hızlı, ani hareketlerle meme ucunu aramaya başlar… Bunu sevgilinize deneyin. Dudaklarını aralayıp arzu nesnesine yönelecektir. Bebek, meme emmeye başladıktan kısa bir süre sonra, öteki duygularıyla daha da iyi algılamak, ılık dokunuşun ve emişin güzel ödülü üzerine yoğunlaşmak için gözlerini kapatır. Derken, bir süre annesine bakar ve anneyle bebek arasındaki bağ, tekrar tekrar gözün ve ağzın eşzamanlı şöleniyle güçlenir. Bebek için, çoğu zaman kafasından büyük olan meme haz dünyasıdır -işin gerçeği dünyadır-.

Öpüşme, endomorfin uçuşuyla sonuçlanır. Annenin öpücüğü de bu kimyasalların vücuda hücum etmesini sağlayabilir. Koşmak ve âşık olmak da böyledir, her ikisi de bağımlılık yapar.

Öpüşmek dişlerimize de iyi gelir. Öpüşme beklentisiyle ağızdaki tükürük artar ve dişler plakları dağıtan bir banyo yapmış olur.

Öpüşme biçimimiz memeyle mi, yoksa biberonla mı beslendiğimizi ele verir.

Gençlerle yetişkinler aynı ölçüde öpüşmeye gereksinim duyarlar mı? Ve öpüşmezsek, bu gereksinimi başka ağız hareketleriyle mi karşılıyoruz? Çok mu konuşuyoruz: Çok mu yiyoruz? Sigara mı içiyoruz?

Arzunun coğrafyası…

Öpüşme, cinsel birleşmeye giden yolda bir lezzet istasyonu olarak görüldüğü için bugün Japonya’da rahatlık ya da toplumsal öpüşme yok. Öpüşme sokakta yapılan bir şey değil.

Trobriand Adaları’nda çiftler öpüşmek yerine tenha bir yerde soyunup oturuyor ya da uzanıp yatıyor ve birbirlerini okşamaya başlıyor. İnsanbilimci Bronislaw Malinowski, adalılar için öpüşmenin sevişmenin tam bedensel birleşme gerçekleşmeden önce uzun süren bir aşaması olduğuna inanıyor.

Kadınların dudaklarına halka ya da başka sakatlayıcı nesneler takmak ya da hâlâ yaygın uygulama olan kadın sünnetiyle sonuçlanan kadın cinselliğini dizginlemek gibi şu ya da bu kültürel nedenler yüzünden bazı Afrika toplumlarında öpüşme yok oldu.

Kama Sutra, hepsi birbirinden ilginç otuzdan fazla öpüşme biçimi sayar. Öpülecek yerler alın, gözler, yanaklar, boğaz, göğüs, memeler, dudaklar, ağzın içi, uyluk eklemi, kollar ve göbek…

1948’de yayımlanan erkek cinselliğini konu alan Kinsey raporuna göre 1. Dünya Savaşı’ndan önce Amerikalıların pek azı derin dil öpüşmesini (Fransız ya da ruh öpüşmesi) yaşıyordu.

Öpüşme hiçbir şekilde Batılı ya da modern bir buluş değil. İnsanbilimcilerin 1992 yılında 168 farklı kültürü incelediklerini ve yüzde 87’sinde romantik aşkın var olduğunu söylüyor, dünya nüfusunun yüzde doksanının öpüştüğüne inanıyorlar.

Araştırma sırasında konuşulan erkeklerin çoğu hangi kadınlarla yatacakları kadın konusunda titizlik göstermediklerini ama iş kadınları öpmeye gelince seçici davrandıklarını söylediler. Araştırmaya katılanlardan yalnızca 21 yaşındaki bir kadın öpüşme lafı geçtiğinde yüzünü buruşturdu ve öpüşmeyi “kandırmaca” olarak nitelendirdi.

Öpüşmenin aşkın simgesi olmasının ve fahişelerin öpüşmediğini söylemenin (elbette bazıları öpüşür) asıl nedeni öpüşmenin orgazm kadar, içtenliği de simgelemesidir.

Kötü doktor Freud

Freud, sonraki ilişki ve bağlantılarımızın anahtarının, bütün hasarları -ve hazlarıyla- bebekliğin oral deneyimleri olduğunu düşünüyordu: “Annesinin memesini emen çocuğun her aşk ilişkisinin prototipi olmasının iyi nedenleri var.” Yalnızca meme (ya da biberon) emmek zevkli olduğu için değil, diyordu, cinsel zevk verdiği için. Daha da ötesi, bu, sonunda yetişkin öpüşmesi olan şeyin de doğuşuydu. Biyolojik bağlamda kesinlikle haklıydı Freud: Emerken, artık biliyoruz ki, öpüşürken kullanılan kaslar ve hareketler kullanılıyor.

Freud “Erkek bebeğin annesi de ona karşı cinselliğinden kaynaklanan duygularla yaklaşır” der, “Okşar, öper, sallar ve çok açık bir biçimde onu tam bir cinsel nesne yerine koyar. Bir anne, bütün sevgi belirtilerinin çocuğunun cinsel içgüdülerini uyandırdığını ve daha sonraki yoğunluğuna hazırladığının farkına varsaydı büyük bir olasılıkla dehşete düşerdi. Ama korkması gerekmez, çünkü o yalnızca çocuğa sevmesini öğretme görevini yerine getiriyor.”

Kimse yanlış anlamasın diye açıkça söyler Freud: Çocuk erotik bir oyuncaktır.

Freud’a göre öpüşme, kıyamet gününün, memeden kesme gününün gelişiyle doğar. Bebek başparmağını ya da başkasının başparmağını emmeyi bilir, ama bu ona memeyi ya da biberonu emmekten daha az zevk verir.

Freud, dudakların her zaman ikinci en iyi olduğunu öne sürer. Çok ilginç olan ve çocuğun ilk başta kendisinin bir parçası olduğunu düşündüğü meme, daha iyidir. Ama ne yapabilir ki? Uzlaşır: “Ne yazık ki kendi kendimi öpemiyorum der gibidir” diye bağlar Freud, “memeyi yitirmiş olmam çok acı.”

Öpüşmeyi severiz, çünkü öpüşme ilk büyük aşkımızda vardı.

“Kuzuların Sessizliği”nin kurgusal seri cinayetler işleyen katili Hannibal Lecter, terk edilmiş bir mutsuzdur, bebek gelişiminin oral nitelikteki sadist, ısırma aşamasına “takılmıştır” ve kendi alanında aynı oranda başarılıdır… Öfkesini annesinin memesini ya da biberonu yeterince ısırarak ya da çiğneyerek açığa vuramayan Hannibal, tatmin olabilmek için edebiyat sayfalarına girmek zorunda kaldı.

Meme, biberon ya da anne başarısız olursa ve bebek oral-sadist dönemde yeterince tatmin olmazsa, Tanrı yardımcımız olsun.

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir